Herakleitos
der ki; aynı suda iki kere yıkanılmaz.
Çağlar öncesinden beri biline gelmiştir
bu. Ama biz, aynı suda bir çok kere yıkanıyormuşuz gibi hissediyorum ben, bu
ülkede. Sanırım bu ülke akan bir sudan ziyade koca bir leğen. Hepimiz bu suyun
içine düzenli aralıklarla sokulup çıkarıyoruz. Ve koca Herakleitos’un çağlar
ötesinden seslenişine anlamsızca
bakıyoruz. Yasaklar, yalancı vaadler olarak sunulan hak ve özgürkükler,
yasaklar, göz boyama usulü hak ve özgürlükler, yasaklar. Kızma koca Herakleitos,
burası koca bir leğen. Akan bir şey yok burada. O yüzden hep aynı suda
yıkanıyoruz biz.
Yıl 1983,
ortaokula başlamışım. Bizim zamanımızda keskin dönüşlerdi buralar. İlkokul,
ortaokul, lise. Koca bir kalabalığın içinde ve birden bire artan ders
çeşitlerinin arasında, gri okul binalarından da, siyah okul formalarından da,
canından bezmiş öğretmenlerden de bıkmışım, yorulmuşum, sanki yıllarca
okumuşcasına. Yolun uzunluğunun farkında, isteksizliğimin de zirvesindeyim. Hep
öyle oldu zaten, isteksizliğim zirvedeydi okullara karşı.
Yine yorgun
başlamış bir günün sabahındaydım. İlk ders türkçeydi, uzun zamandır boş geçiyordu
dersler, yeni bir öğretmenin göreve başlaması bekleniyordu bir süredir. O
öğretmen başladı derse. Pırıl pırıl bir genç kadın. İnsanı tüm yorgunluklarından
yıkayan temiz bir sabah rüzgarı gibi. O derse başladığında, gözümün önünden bir
el sanki tüm buğuları, sisleri siliyor ve hayata uyanıyordum aniden. Tüm
griliğimin içinde çocuk yüreğimde açılan renk renk çiçekler büyütüyordum onunla
birlikte. Kısa bir süre sonra bu öğretmenimin bir yakınımın fakülteden arkadaşı
olduğunu öğrenmemle bizim yakınlığımız da pekişti.
Kompozisyon
denilen yazı türüyle de bu öğretmenim sayesinde tanıştım. Cümlenin ögelerinin
bir teknik olmaktan çıkıp kendini ifade etmesinin sonsuz açılımı olduğunu
keşfettiğim türdür kompozisyon. Kendimi müebbet hapislikten kurtaracak tüneli
kazmak için elimde kalem ve kağıt vardı artık. Kompozisyon yazmak üzere verilen
her konu kalemimden evrene bir sözler cümbüşü olarak yayılıveriyordu teklifsizce.
Bir
kompozisyon konumu hiç unutmadım. Okuduğumuz kitaplarla ilgili bir yazı
yazmamızı istiyordu öğretmen. Neler okumuştum o zamana kadar. Açıkçası kitap
okumakla çok barışık bir çocuk da değildim. Sadece sevdiklerini okuyan, okumayı
eğlence kısmından alan bir bakışım vardı. İlkokulun son yıllarında okuduklarımı
bir çırpıda döktürüvermiştim yazıma. Küçük Kara Balık, Güneşe Vurgun Çocuk,
Şişkolarla Sıskalar, Kolo, Filler Sultanı İle Kırmızı Sakallı Topal Karınca,
Kargalar, Yel Üfürdü Su Götürdü vs.
Yalnız bu kitapların ortak bir adı vardı. Arkadaş Kitaplar… 70’lerde hatta
80’lerde doğanlar bu kitapları hatırlayacaklardır. Arkadaş Kitaplar, Erdal
Öz’ün Can Yayınları’ndan önce sahibi olduğu çocuk kitapları yayınladığı,
yayınevinin adıydı. Okuyacağım kitapları ben seçmiyordum. Annem seçiyordu. Bunlar
annemin seçimlerinin arasından benim sevdiklerimdi. Şimdi bir kısmı ve daha
fazlası Can Yayınları’nın çocuk kitaplığında bulunmakta. Aynılarını kızım
okuyor.
Hevesle
yazdığım kompozisyondan tam not bir de aferin almıştım öğretmenimden. Öğretmen
sınıfın karşısında ayakta durur kompozisyon notlarımızı söyler ve biz de
kağıdımızı geri almak için yanına giderdik. Elimi kağıdımı almak üzere
uzattığımda, kulağıma eğildi öğretmenim. Ve dedi ki: “Bu kitapları okumaya
devam et, ama bunları okuduğunu herkesle paylaşma.” Öğretmenim beni korumaya
çalışıyordu. Kitaplarda belli ki, benim sevdiğim, öğretmenimin sevdiği ve
gördüğü, birilerinin de sevmediği, gördüğü ve korktuğu bir şeyler vardı.
Darbe
sonrası günlerdi. 12 Eylül'ün ardçı sarsıntıları bitmemişti ve aslında hiç
bitmeyecekti. Başka yasaklar ve korkular da vardı. Onlar da belleğimden kopup
dışarı çıkmak istediklerinde diğer yazılara konu olacak. Bellek sıkı sıkı
saklar, sonra ne zaman isterse o zaman konuşur.
Şimdi
konuştu. Çünkü yine leğende duran yasaklar suyuna girdik. Şimdi de birileri
benim çocuğuma, sen Şeker Portakalı okuma, Zeze’yle hiç arkadaş olma, o sana
göre değil, diyor. Sevmeyi bilmeyen korkaklar hala varlar ve onlar hep
olacaklar.
Ama ben şuna inanıyorum ki, türkçenin güzel öğretmenleri ve
Vasconcelos’la büyüyen güzel ana-babaları da
hala var. Yaban Muzu’nun tadına
bakmış, Kristal Yelkenli’ye binmiş, Kırmızı Papağan'ı görmüş, Vasconcelos'la
zamanında güneşi uyandırmış ana –babalar.
Vasconcelos candır, Şeker Portakalı damardır. O damardan beslenenler
yürekli ve sevgi dolu olurlar. Sevgi dolu ve cesur bir yürek leğenden ırmağa
bir yol bulur.
O zaman da Herakleitos rahat uyur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder