18 Ocak 2013 Cuma

ATTİLA ŞENKON'LA BIYIK İZİNDE



AVM’nin birinde bir gün gezerken her zaman olduğu gibi en son, kitap marketlerden birine girdik. Yaz sonu bir zamandı. Duru çocuk kitapları standına yöneldi. Onun benden farkı her zaman bir listesi var.  

Benim yaklaşımımın farklı adımları var. Mekanın düzenlemesine alışkın olan gözlerim ilk etapta, farklı bir şey var mı acaba bugün, diye aranır. Eğer yoksa standları gözden geçirir, bir iki kitabı eller koklarım sonra da özel ilgi alanım olan raflara yönelirim. Tatlıyı sona saklamak gibi. Bu sıralamayı her seferinde severek yapıyorum.

O gün koca bir stand vardı kasanın arkasında. Değişiklik! Müthiş bir çekim kuvvetiyle oraya yöneldim ve gözlerime inanamadım. Önümde kocaman bir Can Yayınları tepesi duruyordu. Ve hepsi tek fiyatla satılan, indirimli kitaplardı. O anda hissettiklerimi ancak benim gibi bir kitap obeziyseniz anlayabilirsiniz. Okumuş olduğum yazarların okumadığım kitapları, okumamış olduğum kitaplar, okumak istediklerim ama ertelediklerim hepsi orada duruyordu. O gün tatlı ilk yemekti. Bu bayramın ne kadar süreceğini görevli arkadaşlardan birine sorduktan sonra seçimimi benim için yeni olacak kitaplardan yana kullandım. 

İşte böyle tanıştım Attila Şenkon’la. “Bıyık İzi Yalanları” böyle girdi hayatıma. Bu 12 öyküden oluşan ihanet temalı bir kitap. Her öykünün kendi içinde bir bütünlüğü ve öykülerin tümünün birbiriyle tutarlılığı var. 

Türlü türlüdür ihanetler. Evlilikler sözkonusu olduğunda en yaygın olanı kadının ihanete uğramasıdır. En çok bilineni, üzerinde konuşulanı. Mesela, şunu ölçebilmek isterdim: Yukarıdaki “ihanet” sözcüğüne ilk rastladığınızda  aklınıza gelen hangi tür ihanetti? Kadının ihanete uğradığı durumların sonuçları da malum. Genellikle zorunlu suskunluklar, ekonomik engellerden ya da toplumsal baskılardan kaynaklı. Alışkın olduğumuz tablolar. Ha bir de can korkusu tabi, kadına şiddetin neredeyse saat başıyla ölçüleceği bir ülkede yaşıyoruz biz.

Peki ya ihanete uğrayan kişi bir erkekse? Bildiklerinizden uzaklaşın, edebiyat her olasılığı içerir. Evet, bizim kahramanımız bir erkek, evli ve çocuklu. “Bıyık İzi Yalanları” ihanetle yüzleşme anından alıyor bizi ve her bir öyküde adım adım bu sürecin tüm duygu ve davranış katlarından geçirip, bir sonuca götürüyor. 

“ “Bir başkası var,” dediğinde nasıl ölmediğime hala şaşırıyorum. Oysa, ikiz kulelere çarpan ilk uçak gibiydi tümcen. Öylesine güçlü ve acımasız. Oturmuyor olsam yıkılır mıydım acaba?” 

Bir kırılmadır yaşanan, tam bir kırılma, bir daha hiçbir şeyin aynı olmayacağı bir döneme girilmiştir artık. Daha önce sorulmayan sorular sorulacak, hiç akla gelmeyen davranışlarda bulunulacak, eski zamanlar masumiyetini yitirecek ve onları özlemek bile artık sadece “özlemek”  olmayacak. Bir kutuptan diğerine savrulma dönemidir bu. Affetmek ve yola devam etmekle nefret edip intikam almak arasında yaşanan.

 “Ne çok soru var yanıtsız kalan, ne çok bilinmeyen. İhanetin; daha fazla acı çekmemek için kendi seçimimle yarıda bıraktığım, çözmeye çabalamadığım bir bilmece, kimseyle paylaşmayacağım bir sır olarak kalacak içimde. Zor olanı seçtiğimi biliyorum.”

Kendine acımak, eksik görmek, hasmının(öteki adam da denebilir buna) gözünden kendini izlemek de işin çeşitli acı sosları. Öteki adam demişken, teknik olarak şuna vurgu yapmalı: Yazarın öteki adamla konuştuğu bölümlerde 2. Çoğul şahıs kullanması kitabın bütününde kurduğu önerme açısından çok önemli ve çarpıcı olmuş. Yalın bir anlatımı var Şenkon’un.  Uzun uzun tahlilillere girişmeden bu yalın anlatımın içine serpiştirdiği saptamalarıysa etkileyici.
  
Öykülerden birinde bir şarkının kışkırtıcılığıyla intikam peşine düşen kahramanımız, başka bir öyküde eşyaların tanıklığına başvuracak. Sık sık karabasanlı rüyalar görecek. Arada Çehov’a selam gönderecek. Ama sonuçta bir seçim yapacak.  

“Acı çekmenin kibarını bilen, sevgiyi kanıtlamanın zorunu seçen birine böyle ucuz intikamlar yakışmaz. Kazananım ben. Güçlü olanım.”

Attila Şenkon’un cesur erkek karakteri bir ütopya gibi. Kurallı cümlelerle yazılmış bir metindeki tek bir devrik cümle kadar dikkat çekici. Tam bir ters köşe. Erkeklerin toplumsal erkten bedavadan beslenen egoları kadına şiddetin bin türlüsünü izlettirirken bize, Şenkon,kahramanını dönülmez yollardan döndürüp medeniyet durağında indirmiş.

Yoğun bir acı var okurun hissettiği. Kahramanın üzerinden hayatı boyunca atamayacağını söylediği yük okura da rahatça geçiyor. Ama kan ve göz yaşı yok. Şenkon’un ironiyle yoğrulmuş, eğlenceli bir anlatımı var. İnce detaylarla yönlendiriyor okuru. “Bıyık İzi Yalanları” adı da bunlardan biri.

Burada bir iki özel söz söylemeli yazara ilişkin. Bizim ülkemizde yazarlık zordur. Yazmanın zorluğunun ötesinde bir zorluk sözünü ettiğim. Kişinin yazdıkları yaşadıklarıdır diye düşünülür ve öyle yorumlanır çoğu zaman. Bu büyük yanılgı çok kalemi küstürmüş erken kırmıştır bazen de. Şenkon da bundan nasibini almış bu kitabıyla. Bir söyleşisinde şöyle diyor:

“Bu kitabımda aldatılmış bir erkeğin sekiz aylık sancısını yazdım. Eşimin kaygısı ve tepkisine karşın okura güvendiğim için Bıyık İzi Yalanları’nı yayımladım. Ne ki eşim haklı çıktı. Okur öykülerdeki olayların, kişilerin kurgu ürünü olduğunu değil, yaşamımdan yansıdığını düşündü. Olmadık cinsellik ağırlıklı, yazınla ilgisiz dergilerden söyleşi önerileri aldım. Yazılar yazıldı.(…) Benim için hapse girmeden bir tutsağı yazabilen, hamile olmadan hamile bir kadının duygularını, yaşadıklarını anlatabilen yazar baş tacıdır.”

Benim için de öyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder