Benden önce
kimler geçmiştir bu yollardan… Neler yapıp neler düşünmüşlerdir… Nasıl
yaşamışlardır yüzyıllar boyu kimbilir…
Bazıları
için gezmek başka ayak izlerinin üzerine basarak yepyeni yolculuklara çıkmak,
kendileri için kurduğu düşleri gerçekleştirip geri dönmek olabilir. Bir sırt
çantasına sığdırdığı merakları ve heyecanları yüklenip cevapları aramaya koyulmak,
çocuksu bir gezginci haline bürünmek, olayın kendisi haline dönüşebilir. O zaman
artık baktığınız dere dere, köprü köprü olarak değil başka alemlerin, eski zamanların
birer figürü olarak canlanır karşınızda.
Çanakkale
gezisinden bana kalan iki taş var. Conk Bayırı'nı gezerken, kendimi tutamayıp,
uçuruma yuvarlanmayı göze alarak iki taş seçmiştim tel örgülerin ardından.
Uzanıp almaya çalışırken kafamı tabelaya çarpıp berelemiştim. Üzerindeki tarih
kokusunu en çok barındıran en az ayak basılandır diye düşündüğümden girmiştim
bu çabaya. Elbette biliyorum o taşlar başka taşlar. Şahitlikleri ya da fiziksel
izleri çoktan karıştı havaya, yağmurla gelen suya, ziyaretçi kalabalığına. Ama ben evimdeki taşlara baktığımda, elime alıp
avuçlarımı kapattığımda, hikayesini çok iyi bildiğim o zaferin duygusunu içimde
hissediyorum.
Ya da Romanya gezisinde Braşov’daki Black
Church’den (Biserica Neagra = Siyah Kilise) aldığım taşların, o kilisenin neredeyse
yüzyıl süren yapımından, geçirdiği onca yangından sonra yine de tamamlanışının
onu ayrıcalıklı kılan öyküsünden bana kalanları anlattığını düşünüyorum.
Böyledir,
bazıları kokuların, seslerin, renklerin, yüzlerin kısacası izlerin peşinden
koşar. Sanki o zaman daha anlamlı olur tüm bu gezintiler.
Mustafa
Balbay, Balkanlar adındaki gezi ve inceleme kitabında anlatıyor, Yunanistan’ın
Serez şehrine geldiğinde Şeyh Bedreddin’in izini sürdüğünü. Serez, Şeyh Bedreddin’in
ölümsüzleştiği yer. Onun asıldığı ağacı arıyor, “Serez çarşısında bir bakırcı
dükkanının karşısında”. Elbette çarşı başka, dükkan başka. Olsun, yine de
oturuyor bir banka. Çıkarıyor çantasından Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin
Destanı’nı. Açıyor Serez bölümünü ve okuyor:
"Yağmur çiseliyor
Serez'in esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkanının karşısında
Bedreddin'im bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.
Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmıs elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor."
Serez'in esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkanının karşısında
Bedreddin'im bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.
Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmıs elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor."
Yıllar
önceydi, 15 yaşındaydım. Topkapı Sarayı’nı gezmeye gitmiştik. Buharlı bir temmuz
günüydü. Sultanahmet, yabancılarla doluydu o yaz da. Sarayın en muhteşem
manzaralı yerine geldik. Püfür püfür esiyor rüzgar. Sanki iklim değişti.
Gözümüzün önünde yatıyor deniz, masmavi bir çarşaf. Gezmekten ve sıcaktan
yorgun düşmüş insanlar burada tazeleniyor. Banklar var birkaç tane, insanlar
dinlensin, dinlenirken de seyre dalıp hayran olsunlar İstanbul’a diye. En
öndeki bankta turist bir çift oturmuş, büyülenmiş gibi manzarayı seyrediyorlar. Sessiz
ve elele. Neden sonra, aynı anda, ilahi bir ses duymuş gibi, birbirlerine
baktılar ve öpüştüler. Bir süre sonra tekrar denize dönüp seyretmeye devam
ettiler. Sanki o anı yaşamasalar İstanbul gezileri biraz eksik kalacakmış
gibiydi. Paris’te aşk başkadır derler. Kimileri için de İstanbul’da başkaydı
belki de.
Tabi, o
zaman bu öpüşmeye böyle bakmadık. 80’lerdeydik ve pek alışkın değildik bu tip
durumları ortalıkta görmeye. Türk filmlerinin çocuklarıydık, fiziksel temas anlarında
kapanan kapıları izlerdik. (O gün yanılmıyorsam altı kişiydik. Üçü hala
hayatımda, hatırlıyorlar mı acaba bu anıyı?) Birbirimize bakıp gülüşmüştük.
Yıllar
sonra, kızımla Topkapı Sarayı’nı gezerken, Hürrem’le Kanuni değil de, o çift
geldi aklıma.
İnsanlar
türlü türlü, geziler de öyle.
Ama izlerde gezmek, benim için anı defterine
sağlam bir çentik atmak demek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder