“Yüreğin
ürperir kapı çalınsa”
Bıyıklı bir
adamın resmi var kasetin kapağında. Söyledikleri şarkı değil, türkü değil.
Nereye koyacağımı bilemiyorum o yaşımda. Çok seviyorum sazını sözünü. 11-12
yaşlarımdayım. Son çocukluk ve ilk gençlik yıllarım 80’ler. Gözünü yasaklara
açan kuşağın içindenim yani. Bıyıklı adam Zülfü Livaneli. Benim 80’lerimin
sesi. Baskının ve yasakların iyice içe döndürdüğü yaşamımızda, yakın akraba ve
dostların buluştuğu küçücük odalarda bir ayin gibi söyleniyor dinleniyor bu
şarkılar. Hele bir tanesi var ki bir
yiğidi bir aslanı anlatan söyleyeni de dinleyeni de yüceltiyor sanki. Sokakta,
arkadaşlarla paylaşmak, dinlediğinden söylediğinden bahsetmek yasak. Niye?
“Esmeyen yelinden hile sezerler” çünkü.
Korkunun
sinsice yüreklere yerleştiği yıllardı onlar. Düz bir çizgiye dönüşmekteydi
yaşam hızla. Yalnızlaşma, sessizleşme, tepkisizleşme. Öfkelerin,
çaresizliklerin, pişmanlıkların yorgunluğu insanların gözlerinde. Mahallede kaç
tane abla ağabey vardı üniversitede okurken “olaylara karıştığı” gerekçesiyle “içeri”de
olan? Kaç tane öğretmen vardı derneğe üye olduğu için sürülen daha da olmadı “içeri
atılan”? Ne kadar çok ana-baba vardı, çocuklarının başı daha fazla derde
girmesin diye, gecenin bir vakti, çuvala doldurdukları kitapları gömmeye ya da
yakmaya götüren. Ama polise yakalanmadan. Yaşına başına, komşuluğuna
akrabalığına bakmazlardı kişinin, sorguya alırlardı hemen. Çocuğu devlete
başkaldırmış eşkiyaların ana-babalarıydı onlar, içten içe destekleyenlerinin
bile başı önünde,eğik. Evlatlarının başlarına gelenlere mi üzülsünler millete
laf mı anlatsınlar bilemediler. İdam haberi bekleyip müebbete sevindiler. İşte öyle,
“Harcanıp gidiyor
ömür dediğin”
Şimdi çok
şükür ki TRT-1 de 80’ler diye bir dizi var. Türk halkı izliyor beğeniyor. Tüm
yaşadığımız olumsuzlukları merdaneli çamaşır makinasıyla romantik şarkıların
arasına sıkıştırmış yok etmiş. Ne güzel!!! “12 Eylül yargılansın” “Sebep
olanlardan hesap sorulsun” diyenlerin bile eleştirecek bir yan bulamadığı bu
dizi toplumsal bellek dönüştürme ya da yeniden yapılandırma operasyonu gibi bir
şey belli ki. Köşelerinde ya da programlarında, her melaneti 12 Eylüle bağlayıp
ter ter tepinenler bile nemli bir duygusallıkla izliyor bu diziyi. Anne, baba,
çocuklar,komşular, bayram seyran, tencere tava, düğün cenaze tamam da, o sağcı
solcu genç çocuklar da bizim ülkenin 80’lerinden mi? Ya mahalledeki bekçi, polis, karakol çalışanları? Yoksa ithal mi ettik onları bir yerlerden? 90’lar
silgisiyle 80’leri silip, 2000’ler kalemiyle yapılan eklemeleri sindirmek
mümkün değil. Dizide mahallenin karşıt
görüşlü iki genci aynı koğuşta yanyana yattılar. Sanırım birer ay arayla da
çıktılar dışarı. Orada dost oldular. Özgürlüğün kıymetini anladılar. Mahalleye
dönünce de bir daha hiç kavga etmediler, anarşistlik yapmadılar. Gökten de üç
elma…. Gökten düşen elmaların sayısını bilmem ama bir tanesi kesin MİNT yapımın
başına düşmüştür.
Bizlerin,
göklerden elma düşmeyen gerçek dünyalarımızda olaylar şöyle gelişti: Gençler
düşünmenin, düşündüğünü söylemenin, düşünce yönünde örgütlenmenin bedelini ağır
ödediler. İçeride sadece bazı dostlarını değil, ruh ve beden sağlıklarını da
bıraktılar. İşkence altında işlemedikleri suçları kabullenenler vardı. O
gençlerden hayatları bir daha asla yoluna girmeyenler oldu. Nedense, herşeyden
çok, dışarıya çıktıklarında yerinde yeller esen kitapları için ağlayanlarını da
gördüm. Yok ama yok bizim ülkede değil, başka başka yerlerde...
İşte böyle
bir havayı soluyarak büyüdük. Hissetmek çok sinsi bir şeydir. Siz isteseniz
de istemeseniz de hissedersiniz, hele de çocuksanız. Korkuyu yüreğimizin en
derininde hissettik biz. Yaşananların, anlatılanların, fısıldaşılarak
konuşulanların yarattığı havadaki tekinsiz bulutlardan üzerimize yağan çiselerle
serpildik büyüdük. Biz bir önceki neslin yaşadıklarından sinmeyi öğrendik.
Sonra sistem, sistemli bir şekilde bizim sinişimizi normalleştirdi. Yalancı
baharlarınkine özgü, tez açılıp tez solan, hak ve özgürlük çiçekleri
tutuşturdular elimize. Onları koklayıp derin uykulara daldık. İyi de oldu. Böylece
çocuklarımıza hiçbir şey anlatmadık. Yaralarımızı, korkularımızı aktarmadık. O
çocuklar da şimdi parklarda “Gezi” ye çıktılar.
Bellekleri
temiz, ruhları yarasız beresiz. Kendileri yazıyorlar manifestolarını bir önceki
nesil değil. Biz uyurken onlar büyümüş.
Demokrasi de
korku gibi direniş gibi öğrenilebilir bir şey. Bir ağaçtan yola çıktılar.
“İnsanız dedik hala vazgeçer miyim söyle bana”
diyorlar.
Bugün ağaç
yarın orman öbür gün ülke sonra dünya. Hakça, adaletli, özgür bir dünya için...
çiçekler tomurcuklanıp bigün patlamaya durur.
YanıtlaSilbu hiç değişmez.
bigün olucaktı.
o gün bugün.