AVM’nin birinde bir gün gezerken her zaman olduğu gibi en
son, kitap marketlerden birine girdik. Yaz sonu bir zamandı. Duru çocuk
kitapları standına yöneldi. Onun benden farkı her zaman bir listesi var.
Benim yaklaşımımın farklı adımları var. Mekanın düzenlemesine
alışkın olan gözlerim ilk etapta, farklı bir şey var mı acaba bugün, diye aranır. Eğer yoksa standları gözden geçirir, bir iki kitabı eller koklarım sonra
da özel ilgi alanım olan raflara yönelirim. Tatlıyı sona saklamak gibi. Bu
sıralamayı her seferinde severek yapıyorum.
O gün koca bir stand vardı kasanın arkasında. Değişiklik!
Müthiş bir çekim kuvvetiyle oraya yöneldim ve gözlerime inanamadım. Önümde
kocaman bir Can Yayınları tepesi duruyordu. Ve hepsi tek fiyatla satılan,
indirimli kitaplardı. O anda hissettiklerimi ancak benim gibi bir kitap
obeziyseniz anlayabilirsiniz. Okumuş olduğum yazarların okumadığım kitapları,
okumamış olduğum kitaplar, okumak istediklerim ama ertelediklerim hepsi orada
duruyordu. O gün tatlı ilk yemekti. Bu bayramın ne kadar süreceğini görevli
arkadaşlardan birine sorduktan sonra seçimimi benim için yeni olacak
kitaplardan yana kullandım.
İşte böyle
tanıştım Attila Şenkon’la. “Bıyık İzi Yalanları” böyle girdi hayatıma. Bu 12
öyküden oluşan ihanet temalı bir kitap. Her öykünün kendi içinde bir bütünlüğü
ve öykülerin tümünün birbiriyle tutarlılığı var.
Türlü türlüdür ihanetler. Evlilikler sözkonusu olduğunda
en yaygın olanı kadının ihanete uğramasıdır. En çok bilineni, üzerinde
konuşulanı. Mesela, şunu ölçebilmek isterdim: Yukarıdaki “ihanet” sözcüğüne ilk
rastladığınızda aklınıza gelen hangi tür
ihanetti? Kadının ihanete uğradığı durumların sonuçları da malum. Genellikle
zorunlu suskunluklar, ekonomik engellerden ya da toplumsal baskılardan kaynaklı.
Alışkın olduğumuz tablolar. Ha bir de can korkusu tabi, kadına şiddetin
neredeyse saat başıyla ölçüleceği bir ülkede yaşıyoruz biz.
Peki ya ihanete uğrayan kişi bir erkekse? Bildiklerinizden
uzaklaşın, edebiyat her olasılığı içerir. Evet, bizim kahramanımız bir erkek,
evli ve çocuklu. “Bıyık İzi Yalanları” ihanetle yüzleşme anından alıyor bizi ve
her bir öyküde adım adım bu sürecin tüm duygu ve davranış katlarından geçirip,
bir sonuca götürüyor.
“ “Bir başkası var,” dediğinde nasıl ölmediğime hala
şaşırıyorum. Oysa, ikiz kulelere çarpan ilk uçak gibiydi tümcen. Öylesine güçlü
ve acımasız. Oturmuyor olsam yıkılır mıydım acaba?”
Bir kırılmadır yaşanan, tam bir kırılma, bir daha hiçbir
şeyin aynı olmayacağı bir döneme girilmiştir artık. Daha önce sorulmayan
sorular sorulacak, hiç akla gelmeyen davranışlarda bulunulacak, eski zamanlar
masumiyetini yitirecek ve onları özlemek bile artık sadece “özlemek” olmayacak. Bir kutuptan diğerine savrulma
dönemidir bu. Affetmek ve yola devam etmekle nefret edip intikam almak arasında
yaşanan.
“Ne çok soru var
yanıtsız kalan, ne çok bilinmeyen. İhanetin; daha fazla acı çekmemek için kendi
seçimimle yarıda bıraktığım, çözmeye çabalamadığım bir bilmece, kimseyle
paylaşmayacağım bir sır olarak kalacak içimde. Zor olanı seçtiğimi biliyorum.”
Kendine acımak, eksik görmek, hasmının(öteki adam da
denebilir buna) gözünden kendini izlemek de işin çeşitli acı sosları. Öteki
adam demişken, teknik olarak şuna vurgu yapmalı: Yazarın öteki adamla konuştuğu
bölümlerde 2. Çoğul şahıs kullanması kitabın bütününde kurduğu önerme açısından
çok önemli ve çarpıcı olmuş. Yalın bir anlatımı var Şenkon’un. Uzun uzun tahlilillere girişmeden bu yalın
anlatımın içine serpiştirdiği saptamalarıysa etkileyici.
Öykülerden birinde bir şarkının kışkırtıcılığıyla intikam
peşine düşen kahramanımız, başka bir öyküde eşyaların tanıklığına başvuracak.
Sık sık karabasanlı rüyalar görecek. Arada Çehov’a selam gönderecek. Ama
sonuçta bir seçim yapacak.
“Acı çekmenin kibarını bilen, sevgiyi kanıtlamanın zorunu
seçen birine böyle ucuz intikamlar yakışmaz. Kazananım ben. Güçlü olanım.”
Attila Şenkon’un cesur erkek karakteri bir ütopya gibi.
Kurallı cümlelerle yazılmış bir metindeki tek bir devrik cümle kadar dikkat
çekici. Tam bir ters köşe. Erkeklerin toplumsal erkten bedavadan beslenen
egoları kadına şiddetin bin türlüsünü izlettirirken bize, Şenkon,kahramanını
dönülmez yollardan döndürüp medeniyet durağında indirmiş.
Yoğun bir acı var okurun hissettiği. Kahramanın üzerinden
hayatı boyunca atamayacağını söylediği yük okura da rahatça geçiyor. Ama kan ve
göz yaşı yok. Şenkon’un ironiyle yoğrulmuş, eğlenceli bir anlatımı var. İnce
detaylarla yönlendiriyor okuru. “Bıyık İzi Yalanları” adı da bunlardan biri.
Burada bir iki özel söz söylemeli yazara ilişkin. Bizim ülkemizde
yazarlık zordur. Yazmanın zorluğunun ötesinde bir zorluk sözünü ettiğim. Kişinin
yazdıkları yaşadıklarıdır diye düşünülür ve öyle yorumlanır çoğu zaman. Bu
büyük yanılgı çok kalemi küstürmüş erken kırmıştır bazen de. Şenkon da bundan
nasibini almış bu kitabıyla. Bir söyleşisinde şöyle diyor:
“Bu
kitabımda aldatılmış bir erkeğin sekiz aylık sancısını yazdım. Eşimin kaygısı
ve tepkisine karşın okura güvendiğim için Bıyık İzi Yalanları’nı yayımladım.
Ne ki eşim haklı çıktı. Okur öykülerdeki olayların, kişilerin kurgu ürünü
olduğunu değil, yaşamımdan yansıdığını düşündü. Olmadık cinsellik ağırlıklı,
yazınla ilgisiz dergilerden söyleşi önerileri aldım. Yazılar yazıldı.(…) Benim
için hapse girmeden bir tutsağı yazabilen, hamile olmadan hamile bir kadının
duygularını, yaşadıklarını anlatabilen yazar baş tacıdır.”
Benim için
de öyle…
|