Kardeş
olmak, aynı noktadan başlayıp farklı yollar yürümektir. Çıkılan yolculuklar
başka başka varılan yerler başka başkadır. Aslında “aynı kandan- aynı candan”
lığın bilimsel ve geleneksel bağından öte bir bağ olmayabilir arada. Nasıl
diğer insanları tanımak, sevmek, kabul etmek, anlamak, öğrenmek bir
farkındalıkla mümkünse, insanın kardeşlerini bilmesi de öyle bir farkındalık
işidir elbette. Aynı saksıda yetişmeye çalışan farklı bitki türleridir kardeşler. Ve bir gün
saksıdan çıkma vakti geldiğinde, herkes kendi bahçesinde kök salmaya
başladığında açtıkları çiçekler ele verecektir onları. Hele de bir bahçeden
diğerine bakma zorunluluğu doğarsa bir gün,
her şey farklı bir gözle görülecektir artık.
“Akvaryumda Ölü Bir Balık” aynı saksıdan çıkmış iki bahçenin kesişme öyküsüdür. Birisinin gökyüzünde beliren karanlığın altında gerçekleşen zorunlu buluşmada, saksıdan bahçeye uzanan yaşam yolculuklarının enine boyuna irdelenmesidir. Mürselin Kurt, “Akvaryumda Ölü Bir Balık” adındaki romanında, çatıyı kardeşlik hali üzerinden kurmuş ama o çatının altına insanın farklı hallerini de koymuş.
“Akvaryumda Ölü Bir Balık” aynı saksıdan çıkmış iki bahçenin kesişme öyküsüdür. Birisinin gökyüzünde beliren karanlığın altında gerçekleşen zorunlu buluşmada, saksıdan bahçeye uzanan yaşam yolculuklarının enine boyuna irdelenmesidir. Mürselin Kurt, “Akvaryumda Ölü Bir Balık” adındaki romanında, çatıyı kardeşlik hali üzerinden kurmuş ama o çatının altına insanın farklı hallerini de koymuş.
Maddenin üç
hali vardır ama insanın çok. Kardeş, çocuk, anne-baba, eş ve ötesi diye, hayat
sahnesinde oynarken her birimizin soyunduğu
roller, uzar gider liste.
Romanın ana
karakterleri, iki kız kardeş Sumru ve Mutlu. Meslek sahibi, evli ve çocuklu iki
genç kadın onlar. Sumru aklıyla yürüyor hayat yolunu, Mutlu duygularıyla. Belki
hayatın bir yerinde iki yabancı olarak karşılaşsalar selamdan öteye varmayacak
ilişkileri. Hayata bakışları sonsuzluğa uzanan iki paralel çizgi gibi.
Kesişmeyecek hiçbir yerde kardeş olmasalar.
Kesişme anı beklenmedik bir olay, Mutlu’nun geçirdiği kaza. Şimdi diğer kardeşin bahçesinde açan çiçeği
görme zamanı Sumru için.
Sumru eşi ve
oğluyla, yaz tatiline çıkmak için hazırlanırken annesinden aldığı telefonla
öğrenir kazayı. Kız kardeşi ayağını kırmıştır ve hastanede yatmaktadır. Başka
bir şehirde oturan kızkardeşinin yanında olması gerekiyordur şimdi. Birlikte
büyüdükleri günlerden bazı huylarını iyi bildiğini düşündüğü kardeşine karşı,
ailesiyle geçireceği tek yaz tatili fırsatını da kaçırttığı için, bir öfke
duyar. Aklıyla, orada olması gerektiğine karar verir ve gider. Öncelikle kazanın oluş şeklini öğrenir
Sumru. Mutlu hastanede hemşiredir. Kendine bir iğne yaparken düşüp ayağını kırmıştır. Yaptığı,
tıbbi açıdan riskli olan, bu hareket sebebiyle de Sumru’nun tatili yatmıştır. Mutlu’ya
olan kızgınlığına mantıksal sebepler bulmakta zorlanmaz Sumru. Bunun için
kardeşinin hayatını çocukluğundan evliliğine kadar didiklemekten daha kolay bir
yol yoktur. Üstelik psikolog olan Sumru için bu teknik açıdan oldukça da kolay
bir şeydir. Ama henüz bir danışanla kardeş arasındaki farkı bilmiyordur. Bir
danışanı dinlemek ve ona mesleki bilgilerini kullanarak yardım etmekle bir
kardeşin acılarına, çaresizliklerine, açmazlarına şahit olmak arasındaki
belirgin farkı öğrenecektir.
“Söz konusu
kişi benim kardeşim olamazdı, öylesine uzak, anlamsız bir durumla karşılaşmıştım ki hiçbir şey hissedemiyordum. Sesim bana ait
değildi, sözcükler başka birinin ağzından çıkıyor gibiydi.”
Mürselin
Kurt, karakterlerine eşit mesafede duruyor. Birine diğerinden daha yakın ya da uzak
değil. Bu üslubu tüm roman boyunca koruyor olması, dengeyi kaybetmemesi bana
göre ustalık. Kurguyu yaparken yaşanan felaketler üzerinden okuru etkileme
yoluna gitmemiş. Tüm olayları yaşamın içinde olduğu sadeliğiyle akıtmayı
seçmiş. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda “Akvaryumda Ölü Bir Balık” bir
öznenin anlatımı değil bir bütünün aktarılması olmuş. Yazarın okuru yönetme ya
da yönlendirme çabası yok. Açıkçası beni en çok etkileyen Mürselin Kurt’un bu
telaşsız ve dengeli üslubu oldu.
Mutlu’nun yaşamına
girmeye başladığımızda, yazarın bizi yüzleştirdiği tablonun her öğesi bir ana başlık
olabilir roman için. Karı kocanın kültürel ve sosyal eşitsizliği, buna bağlı
olarak gelişen uyumsuzluk ve mutsuzluk, nihayetinde ezilen ve şiddet gören
kadın. Evlilik kurumunun kutsanmasının altında yok olan kadınlar. Sessiz
kalmayı bu kutsanmışlığın verdiği güçle adeta görev sayan dışarıdan bakanlar.
“Sedat’a
karşı kızını savunduğunu hiç görmedim babamın. Müdahale etmekten hep uzak
durmuş, ikisini birden susturmayı tercih etmiştir. Yalnız o değil annem de, ben
de, hatta Kutay bile şu evlilik dedikleri kurumun devamı uğruna kardeşimi
yıllardır koskoca bir sülaleyle baş başa, güçsüz, savunmasız, yapayalnız bir
halde bırakmıştık…”
Çok yerden bakabilirsiniz
meseleye. Bir kurguda kendi istediğiniz sonu da yazabilirsiniz kuşku yok ki. Kahramanlar
yaratıp onları elele mutlu sonlara yürütebilirsiniz. Bu bir seçim. Ama gerçek
yaşamın kahramanları ve mutlu sonları çok azdır. Yazar, belki de böylesi bir
duyguyla, karakterlerini kahraman yapmak için zorlamamış.
Aynı saksıda
büyümeye çalışan bitkiler varolma çabasını, rekabet duygusunu biraz erken
tanırlar diğerlerine göre. Biraz da “göre” büyümektir onların ki, diğerine
göre. Boy atmaya, şekil almaya, serpilmeye çalışırken etkilerler birbirlerini. Biri
diğerinin güneşini kıskanır, öbürü onun suyunun daha fazla olduğunu düşünür.
Böyle büyümüşler Sumru ve Mutlu da. Birinin yoksunluğunu diğeri onun büyük
zenginliği sanmış yıllarca. Saklanmışlar birbirlerinden saksıdaki günlerinden
kalma çocuklukla. Bazen öylece biter her şey bazen de hayat izin vermez öylece
bitmesine. Acımasız bir yüzleşme anına tutsak eder tarafları. Mürselin Kurt, romanıyla,
böylesi bir sürecin izleyeni olmaya davet ediyor okuru.
"Akvaryumda Ölü Bir Balık", Mürselin Kurt, Ayrıntı Yayınları,123s. 2012