29 Kasım 2012 Perşembe

KESİŞEN BAHÇELER



Kardeş olmak, aynı noktadan başlayıp farklı yollar yürümektir. Çıkılan yolculuklar başka başka varılan yerler başka başkadır. Aslında “aynı kandan- aynı candan” lığın bilimsel ve geleneksel bağından öte bir bağ olmayabilir arada. Nasıl diğer insanları tanımak, sevmek, kabul etmek, anlamak, öğrenmek bir farkındalıkla mümkünse, insanın kardeşlerini bilmesi de öyle bir farkındalık işidir elbette.  Aynı saksıda   yetişmeye çalışan  farklı bitki türleridir kardeşler. Ve bir gün saksıdan çıkma vakti geldiğinde, herkes kendi bahçesinde kök salmaya başladığında açtıkları çiçekler ele verecektir onları. Hele de bir bahçeden diğerine bakma zorunluluğu doğarsa bir gün,  her şey farklı bir gözle görülecektir artık. 

“Akvaryumda Ölü Bir Balık” aynı saksıdan çıkmış iki bahçenin kesişme öyküsüdür.  Birisinin gökyüzünde beliren karanlığın altında gerçekleşen zorunlu buluşmada, saksıdan bahçeye uzanan yaşam yolculuklarının enine boyuna irdelenmesidir. Mürselin Kurt, “Akvaryumda Ölü Bir Balık” adındaki romanında, çatıyı kardeşlik hali üzerinden kurmuş ama o çatının altına insanın farklı hallerini de koymuş.

Maddenin üç hali vardır ama insanın çok. Kardeş, çocuk, anne-baba, eş ve ötesi diye, hayat sahnesinde oynarken her birimizin soyunduğu  roller,  uzar gider liste. 
 
Romanın ana karakterleri, iki kız kardeş Sumru ve Mutlu. Meslek sahibi, evli ve çocuklu iki genç kadın onlar. Sumru aklıyla yürüyor hayat yolunu, Mutlu duygularıyla. Belki hayatın bir yerinde iki yabancı olarak karşılaşsalar selamdan öteye varmayacak ilişkileri. Hayata bakışları sonsuzluğa uzanan iki paralel çizgi gibi. Kesişmeyecek hiçbir yerde kardeş olmasalar.  Kesişme anı beklenmedik bir olay, Mutlu’nun geçirdiği kaza.  Şimdi diğer kardeşin bahçesinde açan çiçeği görme zamanı Sumru için. 
 
Sumru eşi ve oğluyla, yaz tatiline çıkmak için hazırlanırken annesinden aldığı telefonla öğrenir kazayı. Kız kardeşi ayağını kırmıştır ve hastanede yatmaktadır. Başka bir şehirde oturan kızkardeşinin yanında olması gerekiyordur şimdi. Birlikte büyüdükleri günlerden bazı huylarını iyi bildiğini düşündüğü kardeşine karşı, ailesiyle geçireceği tek yaz tatili fırsatını da kaçırttığı için, bir öfke duyar. Aklıyla, orada olması gerektiğine karar verir ve gider.  Öncelikle kazanın oluş şeklini öğrenir Sumru.  Mutlu  hastanede hemşiredir. Kendine bir iğne  yaparken düşüp ayağını kırmıştır. Yaptığı, tıbbi açıdan riskli olan, bu hareket sebebiyle de Sumru’nun tatili yatmıştır. Mutlu’ya olan kızgınlığına mantıksal sebepler bulmakta zorlanmaz Sumru. Bunun için kardeşinin hayatını çocukluğundan evliliğine kadar didiklemekten daha kolay bir yol yoktur. Üstelik psikolog olan Sumru için bu teknik açıdan oldukça da kolay bir şeydir. Ama henüz bir danışanla kardeş arasındaki farkı bilmiyordur. Bir danışanı dinlemek ve ona mesleki bilgilerini kullanarak yardım etmekle bir kardeşin acılarına, çaresizliklerine, açmazlarına şahit olmak arasındaki belirgin farkı öğrenecektir. 

“Söz konusu kişi benim kardeşim olamazdı, öylesine uzak, anlamsız bir  durumla karşılaşmıştım ki  hiçbir şey hissedemiyordum. Sesim bana ait değildi, sözcükler başka birinin ağzından çıkıyor gibiydi.”

Mürselin Kurt, karakterlerine eşit mesafede duruyor. Birine diğerinden daha yakın ya da uzak değil. Bu üslubu tüm roman boyunca koruyor olması, dengeyi kaybetmemesi bana göre ustalık. Kurguyu yaparken yaşanan felaketler üzerinden okuru etkileme yoluna gitmemiş. Tüm olayları yaşamın içinde olduğu sadeliğiyle akıtmayı seçmiş. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda “Akvaryumda Ölü Bir Balık” bir öznenin anlatımı değil bir bütünün aktarılması olmuş. Yazarın okuru yönetme ya da yönlendirme çabası yok. Açıkçası beni en çok etkileyen Mürselin Kurt’un bu telaşsız ve dengeli üslubu oldu. 
Mutlu’nun yaşamına girmeye başladığımızda, yazarın bizi yüzleştirdiği tablonun her öğesi bir ana başlık olabilir roman için. Karı kocanın kültürel ve sosyal eşitsizliği, buna bağlı olarak gelişen uyumsuzluk ve mutsuzluk, nihayetinde ezilen ve şiddet gören kadın. Evlilik kurumunun kutsanmasının altında yok olan kadınlar. Sessiz kalmayı bu kutsanmışlığın verdiği güçle adeta görev sayan dışarıdan bakanlar. 

“Sedat’a karşı kızını savunduğunu hiç görmedim babamın. Müdahale etmekten hep uzak durmuş, ikisini birden susturmayı tercih etmiştir. Yalnız o değil annem de, ben de, hatta Kutay bile şu evlilik dedikleri kurumun devamı uğruna kardeşimi yıllardır koskoca bir sülaleyle baş başa, güçsüz, savunmasız, yapayalnız bir halde bırakmıştık…”

Çok yerden bakabilirsiniz meseleye. Bir kurguda kendi istediğiniz sonu da yazabilirsiniz kuşku yok ki. Kahramanlar yaratıp onları elele mutlu sonlara yürütebilirsiniz. Bu bir seçim. Ama gerçek yaşamın kahramanları ve mutlu sonları çok azdır. Yazar, belki de böylesi bir duyguyla, karakterlerini kahraman yapmak için zorlamamış.
 
Aynı saksıda büyümeye çalışan bitkiler varolma çabasını, rekabet duygusunu biraz erken tanırlar diğerlerine göre. Biraz da “göre” büyümektir onların ki, diğerine göre. Boy atmaya, şekil almaya, serpilmeye çalışırken etkilerler birbirlerini. Biri diğerinin güneşini kıskanır, öbürü onun suyunun daha fazla olduğunu düşünür. Böyle büyümüşler Sumru ve Mutlu da. Birinin yoksunluğunu diğeri onun büyük zenginliği sanmış yıllarca. Saklanmışlar birbirlerinden saksıdaki günlerinden kalma çocuklukla. Bazen öylece biter her şey bazen de hayat izin vermez öylece bitmesine. Acımasız bir yüzleşme anına tutsak eder tarafları. Mürselin Kurt, romanıyla, böylesi bir sürecin izleyeni olmaya davet ediyor okuru. 

"Akvaryumda Ölü Bir Balık", Mürselin Kurt, Ayrıntı Yayınları,123s. 2012